“TABURCU” EDİLECEKTİ AMA “TABUT…”Recep ÇETİN
GİRİŞ: Önceki yazımızda kardeşim İbrahim’in yaşadığı trafik kazası ve hastaneye naklini paylaşmıştık. Kazanın Ormanlı Beldesinde meydana gelişi, orada yaşadığımız sıkıntılar, “kazaya neden olduğunu bizzat kardeşimden dinlediğim hız kesici setler” üzerindeki düşüncelerimizi yazmıştık. Bu yazımızda ise kardeşimin hastanede ölüme götürülüşünü yazacağız ki bu yazı bizimle beraber ANI-DÜNYAMIZDA kalsın. Ve de yaşadıklarımızdan çeşitli dersler alınması sağlanarak, BAŞKACA İNSANLARIMZIN ÖLÜMÜNE NEDEN OLUNMAMASI sağlansın. 24 VE 28 AĞUSTOS ARASINDA GENEL CERRAHİ YOĞUN BAKIMI: Kaza gecesi saat 2.30’da geldiğimiz hastanede, hastamız, sabah saatlerinde hastamız Genel Cerrahi’nin yoğun bakım ünitesine yatırıldı. 4 gün yoğun bakımda kaldı. TEŞHİS KOYAMAMIŞLARDI: 24 Ağustos’ta Araştırma Hastanesine yatışı yapılan, 4 gün kadar Genel Cerrahi YOĞUN BAKIMında yatan ve hastaneye gelişimizin asıl nedeni olan DALAK YIRTILMASInda kanamanın durduğu, ameliyata gerek kalmadığı belirtilerek, o bölümden 28.08.2017’de taburcu edilerek Beyin ve Sinir Cerrahi normal servis odasına alındı. Bu serviste, kafatasındaki kırıktan kulak kanalıyla akan beyin sıvısının durdurulması için tedavi sürecine geçildi. Bu beyin sıvısı da birkaç gün içinde durdu. Açıkçası her şey iyiye gidiyordu. Kardeşimle, kendi iş yeri ve diğer konular üzerinde konuşmalar yapıyorduk. Fakat beyin ağrıları hiç durmuyordu. Bize beyninin üzerine iki elimizle bastırmamızı istiyordu. Teşhis koyamama durumu; Menenjit tanısının yapıldığı 6 Eylül’e kadar sürdü. BEYİN AĞRILARI HİÇ DİNMEDİ:Yoğun bakımdan çıktıktan (28 Ağustos) sonra kardeşimin beyin ağrıları durmaksızın artıyordu. Bu arada yine durmaksızın ağrı kesici iğneler, serumlar uygulanıyordu. Ağrılar durmayınca da morfin iğneleri vuruluyordu. Yani beyindeki asıl teşhis konulmadığı o günlerde, bu ağrıların sebebinin kafatasındaki kırık ve kulak ağrıları olduğu belirtiliyordu. Çok sayıda morfin iğne ile ağrı durdurulmaya çalışılıyordu. Bu iğneler enjekte edilirken çok acı çeken kardeşim “Bismillah” “Ya Allah” “Allah’ım Yardımcı Ol” diyerek dayanmaya çalışıyordu. Ama yeni konan MENENJİT teşhisi sonrasında TEKRAREN YOĞUN BAKIMA ALINDI. (Artık son bakımdı). HEMŞİRE “NE YAPAYIM BEN”: Beyin ağrıları arttıkça değişik sebep ve çareler aranıyordu. Genelde hastanede refakatçi olan babam, her ağrı artışında hemşireye başvuruyordu. Açıkçası hemşireler de bu durumdan şikayetçi olmaya başlamışlardı. Bir gece ben de hastanede kaldım. Kardeşimin yatağının kenarında bekliyordum. Gece 12 sularında, odaya kızgın bir şekilde bir hemşire geldi. Elinde morfin iğne vardı. “Ne oldu” dedim, babamı kastederek, “amca her ağrıda geliyor, ne yapayım ben, bu iğneyi gece 2-3 gibi vuracaktım” deyip, “elindeki morfin iğneyi vurup gitti”. Hastamızın ağrılarının artık bu kadar şiddetli olmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Hemşireler de artık sıkılıyordu. PSİKOLOJİK-PSİKİYATRİK NEDENLER ARANIYORDU: Şiddetli ağrılar dinmeyince, değişik nedenler aranıyordu. “Kağıt üzerinde bir şey yok” diye düşünülüp, “bu hastanın psikolojik sorunları var mıydı” sorularına muhatap kalıyorduk. Hiçbir psikolojik sorunun olmadığını belirtiyorduk. Bir gün Psikiyatri Uzmanı hastamıza getirildi. O da hastamızla görüştü, bizimle de bilgi alış verişinde bulundu ama o da hastanın sıkıntısının psikiyatrik nedenlerden olmadığını belirtti. Nedeni hala tespit edilemeyen ağrılar için ve hastanın uyuyabilmesi için UYKU HAPI verebileceğini belirtti. Verildi de. Yani doktorlar beyindeki ağrının asıl nedenini tespit edememişken, uyku hapları ile rahat uyumasını sağlamaya çalışıyorlardı. Bu ilaçların YAN TESİRLERİ düşünülmeksizin. Evet, kardeşimin tedavi sürecinde doktor Aydemir “kağıt üzerinde her şey iyi, bir iki gün içinde taburcu edeceğiz” demişti ki (beyinde gelişen) öldürücü ACİNETO bakterisi daha teşhis bile edilememişti. Bu ifadesine servisteki asistan doktorumuz Recep Bey şahit. Ama ne olduysa Sayın Aydemir’in bu ifadesinden sonraki günlerde oldu. BİR DOKTOR 12-13 GÜN HASTANEDEYDİ:28 Ağustos sonrasında Beyin ve Sinir Cerrahi Servisinde her gün karşı karşıya olduğumuz doktor, (asistan olmalı) doktor Recep Bey idi. 10 günlük Kurban Bayramı tatilinde, servisin tek sorumlusu gibiydi. Kendi bilgisi ve telefonla danıştıklarından aldığı bilgilere göre, uygulamalar yapmış olmalıdır. Ama dikkatimizi çeken husus, ara ara doktor Aydemir Kale’yi görmüş olmamıza rağmen, servisin Profesör ve Doçentini görememiş olmamızdır. Bayram sonrası 5 Eylül’de Prof. Kalaycı’yı tanıdık ama oda tabelasında adı belirtilen Doçent Ş.Gül’ü görme şansımız olmadı. Hatta internetten bulduğum bir e-mail adresine de yazı yazıp yardım istemiştim. Muhtemeldir ki resmi izinlerindeydiler. Yada özel muayenehanelerinde.. ANESTEZİ TELEFONLA ARANDI:3 Eylül günü asistan doktorumuzun telefon görüşmesine şahit oldum. Doktorumuz, Anestezi bölümünden Bahar ile görüşüyordu. “Şu ağrı kesiciyi verdiğini, şu iğneyi vurduğunu ama bir türlü hastanın ağrısının dinmediğini belirtiyordu”. Bu görüşme sonrasında bir bayan, hastamızın odasına geldi ve elindeki siyah çanta içindeki serumu hastamıza uyguladı. Ağrısı arttıkça şuraya basın diyerek gitti. Sonradan öğrendik ki bu serumun adı CONTRAMAL imiş. CONTRAMAL’İN YAN ETKİSİ VAR MIDIR?Bu serumun takılmasından sonraki bir gün içinde hastamızın vücut hareketleri farklılaşmıştı. Şuursuz hareketler yapıyordu. Doktora gittim, hastamızın bu olumsuz durumunu ilettim. Yerinde olan BİLİNÇ, gidiyordu. Derken bu serum ikinci gün de devam etti (3 ve 4 Eylül). Ama bilinci büyük oranda gitmeye başladı. Farklı bir göz-bakışı oluşmuştu. Doktorların, dinmeyen ağrılara karşı kardeşime uyguladıkları serum-iğne ve morfinler sonrasında uyguladıkları serumun Contramal olduğunu öğrendik. Yukarıda da belirttiğim gibi bu serum sonrasında kardeşimde bilinç kaybı yaşanıyordu. Sonrasında tepkimiz de olmuştu. Derken, 4 Eylül gecesi bu serum çekildi. İptal edildi. -CONTRAMAL’in “tramadol santral sinir sistemine etki eden bir ağrı kesici” olduğu belirtilmektedir. Yaptığımız araştırmalarda bu ilaç için şu ifadeler belirtilmektedir: “1-Alkol, UYKU HAPLARI, AĞRI GİDERİCİLER veya diğer psikotrop ilaçlarla akut zehirlenme durumunda KULLANMAYINIZ denilmektedir. Depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçları alıyorsanız veya Contramal tedavisinden önceki 14 gün içinde aldıysanız KULLANMAYINIZ” denilmektedir. (RÇ: OYSA, YOĞUN AĞRI KESİCİLER KULLANILMIŞTI) -Diğer ağrı kesicilere bağımlı olduğunuzu düşünüyorsanız; bilinç bozukluğu ile ilgili rahatsızlığınız varsa; şok durumunda iseniz; KAFA İÇİ BASINCINIZ ARTMIŞSA, MUHTEMELEN BİR KAFA YARALANMASINDAN VEYA BEYİN HASTALIĞINDAN SONRA, DİKKATLİ KULLANINIZ. (RÇ-Bizim hastamızda KAFA YARALANMASI var.) *Contramal’in aşağıdaki durumlarda yan etkisinin arttığı belirtilmektedir: “Contramal kullanılırken; trankilizankır, UYKU HAPLARI, MORFİN VE kodein gibi diğer ağrı kesiciler”… (RÇ: Psikiyatri uzmanı ağrıları dindirmek için uyku hapı vermişti. Morfin iğnesi de bir çok defa uygulanmıştı.) *Bu ilacın kullanımında DOZ, ağrının şiddetine ve ağrıya duyarlılığınıza göre ayarlanmalıdır. GENEL OLARAK, AĞRIYI GİDERECEK EN DÜŞÜK DOZ SEÇİLMELİDİR. CONTRAMAL’İ GEREKTİĞİNDEN DAHA UZUN SÜRE KULLANMAMALISINIZ. (RÇ-Bu serum tam 2 gün boyunca kullanılmıştı). NOT: Bu ilaç-serum, hastamıza yaklaşık 48 saat uygulandı. Sonrasında bilinç 4 Eylül itibariyle iyice kaybolmaya başladı. Bu ilaç hakkında birçok doktor ile görüşüp bilgi alışverişinde bulundum. Ama birçoğu bu ilacın kullanımın normal olduğunu belirtti. Yaşadığımız bilinç kaybının ise TEŞHİS KONULMASINDA GEÇ KALINAN ENFEKSİYONUN ARTIK BİTİRİCİ GÜNLERE GELİNMESİ İLE TESADÜF ETMİŞ OLABİLECEĞİNİ BELİRTTİ. Tekrar ediyorum, bunu birçok doktor belirtti. Bu ilacın yan etkisini hastamız yaşadı mı yoksa enfeksiyon teşhisi çok geç mi konuldu bunu biz çözümleyemeyeceğiz. Konu, uzmanların takdirine kalmıştır. 1. Beyin ve Sinir servisine yatış yaptığımız 28 Ağustos sonrasında, servisin giriş katında (A-3) bir kapıda, Prof. Dr. Murat Kalaycı ve Doç. Dr. Şanser Gül adları yazılı bulunmaktadır. Fakat bizim tedavimiz sürecinde bu hocalarımıza tesadüf etmedik. Çünkü 10 günlük resmi Kurban Bayramı Tatili idi. Bayram tatili 5 Eylül Salı günü bitmişti. O günlerde hastamızın artık ayağa kalkıp yürütülmesi ve yemek yemesi isteniyordu. Fakat kesilmeyen beyin ağrıları sonrasında, ¾ Eylül günlerinde CONTRAMAL adındaki serum uygulanmıştı. Zaten bu serumun kullanıldığı günlerde hastamızda büyük bir şuur kaybı yaşanıyordu. Yine 6 Eylül günü yatağında doğrultup, oturtup, ayağa kaldırıp gezdirmeye hazırlandığımız bir zaman diliminde baktık ki kapıda 3 doktor vardı. Biri Recep Bey, diğeri Yard. Doç. Dr. Aydemir Kale idi. Üçüncü kişiyi tanımıyorduk. O arada ben kardeşime “bak İbrahim Hocaların geldi” dedim. İbrahim de yarı şuur halinde kafasını yana çevirerek o üç doktora bakmaya çalıştı ki beni ayağa kaldırmayın isteğinde bulundu. Bu durumu gören o üçüncü kişi, diğer hocalardan aldığı kısa bilgi sonrasında “yatırın” talimatı verdi. Ve sonra kaldırmaktan vaz geçip yatırdık. Bu durum dikkatimizi çekmişti. Hemen asistan doktor Recep Bey’e gidip sordum “hocam, artık kaldırın gezdirin derken şimdi de o hocamız kimse onun talimatıyla, yatırın dediniz’ ‘o kimdi’ dedim. Doktor Recep Bey, “bu serviste o ne derse o yapılır” dedi. Anlamıştık ki servis girişindeki odada adı belirtilen Anabilimdalı Başkanı Prof. Dr. Murat Kalaycı idi. Evet bu hocamızı 10 gün sonra görmüştük. 6 Eylül Çarşamba günü Öğle saatlerinde bir yakınımız hasta ziyaretine gelmişti. Bize Prof. Murat Kalaycı’nın kartvizitini vermişti. Hemen telefon ile aradım. “Hocam servisinizde yatan hastanız İbrahim Ç’nin abisiyim. Özel randevunuzu talep ediyorum” dedim. Bana “sekreterimden randevu alabilirsin” dedi. Ben de “numarasını bilmiyorum” dedim. “Tamam ben sana mesajla numarayı atıyorum” dedi. Ben de hemen “Hocam hastanede misiniz, kardeşimin ağrıları sürüyor da..” dedim. O da “hayır değilim, dışarıdayım” dedi. “Peki hocam randevu alıp muayenehanenize geleceğim” deyip telefonu kapattım. Bu arada Murat Bey’den sekreterinin telefon numarasını ileten mesajını da almış ve hemen sekreterini arayıp, akşam 17:45 randevusunu aldım. Fakatt, bu görüşmeden yaklaşık yarım saat sonra servisteki Prof Dr Murat Kalaycı tabelasının önünden geçerken kapının ilk defa açıldığını gördüm. Bir baktım ki az önce telefon ile görüştüğüm (hastanede değilim diyen) Sayın Kalaycı idi. Hemen kendisine yöneldim. “Hocam az önce sizi hastanız İbrahim Ç için aramıştım, ben abisiyim” dedim. Sayın Kalaycı “hee tamam, gel burada da konuşabiliriz” dedi ve beni Doktor Odasına çağırdı. Odada doktor Recep Bey de vardı. (Doktor Recep; bir önceki akşam (5 Eylül) saatlerinde bizi hasta odasından çıkarıp, 2 hemşire 2 görevli alıp, hasta odasına girip İbrahim’in belinden (omuriliğinden) sıvı almış ve bunu laboratuvara göndermişti. Özel odasının kapısını kapatıp, heyecan ile telefon görüşmesi yaptığını kapı önünde duymuştum. Telefonda “gönderdiği sıvının önemli olduğunu, hala neden sonuç alamadıklarını” soruyordu. Yani (Aydemir doktorun “bir-iki gün içinde taburcu edeceğiz” denilmesinden sonraki günde, hastalığımızın ciddiyetini kapıda duyuyorduk. Bize MENENJİT teşhisi konulduğu söylenmişti. Bu teşhis de zannımızca Doktor Recep’in çabasının sonucuydu). Tekrar odada Prof. KALAYCI ile görüşmemize döneyim. Hastası hakkındaki duruma tam vakıf olmayan KALAYCI, doktor Recep’ten kısa bilgi alıp, bizi bilgilendirmeye çalıştı. “Hastanıza Menenjit teşhisi kondu, tedavisi için 10-15 günlük süre gerekiyor. Yoğun antibiyotik tedavisi yapacağız” dedi. Ben de “ama hocam, dün bize 1-2 gün içinde taburcu olacağımız söylenmişti” dediğimde, Sayın Kalaycı şaşkın bir bakışla yanındaki Recep Beye baktı, Aydemir Beyin bu ifadesinin şahidi olan Recep Bey de kafasını eğerek dediklerimizi onaylamıştı. Haa bu arada, Sayın Kalaycı ile özel muayenehanesinde görüştüğümüzde “menenjit teşhisini kendisinin koyduğunu” belirtmesi ise yani diğer doktorların özel çabalarını yok sayması da dikkatimizi çekmişti. Bu randevu görüşmemizden sonraki gün, hastamızın entübe (boğazına verilen hortuma bağlı yaşam desteği) edildiği bize iletildiğinde (yani 7 Eylül Perşembe) hemen heyecanla Sayın Kalaycı’yı telefonla aradım, “hocam kardeşim entübe edilmiş, bize yardımcı olabilecek misiniz” dedim ama “ben şehir dışındayım” sözünü duyunca “bittim”. Yani bayram tatili sonrasındaki 7-8 Eylül’de de Servisimizin Profesöründen yardım göremedik. HASTANE, HER AKŞAM DIŞARIDAKİ ECZANELERDEN İLAÇ İSTEDİ:Hastane sürecinde dikkatimizi çeken ilk-önemli husus da yoğun bakım ve servis aşamalarında, elimize bir barkod verip dışarıdaki eczanelerden temin edilmesi istenen ilaçlar konusudur. Öyle ki hastanede arabamızla beklemiyor olsak sıkıntımız büyük olabilirdi. Bir gün elimize tutuşturulan barkod ile Kozlu nöbetçi Özlem Eczanesine gittik, başka bir gün nöbetçi Billur Eczanesine gittik. Birçok (gün içinde) hastane yakınındaki eczanelere gittik. Alınması istenenler arasında, ilaçlar olduğu gibi, hastaya verilecek mama-serum, alt bezi vb diğer tedavi gereçleri de isteniyordu. Bahsettiğim gibi yoğun bakımdaki hastamızın maması için Kozlu’da nöbetçi eczaneye başvurduk ve ilgili ilacın depodan temin edilmesini bekledik. HASTANEDEN KAÇMAK ZORUNDA KALDIK:Yukarıda belirttiğim gibi (araya özel ricacılar koyarak) 24 Ağustos’ta girdiğimiz Araştırma Hastanesinden “tabur-cu” edileceğimiz günlerde “tabut-çu” edileceğimizi hissetmiştik. Bunu, 7 Eylül’de hastamızın entübe edildiğinde anlamıştık. Bu durumu bize izah etmeye çalışan doktor Recep’in başının öne eğik olması “bu iş bitti” gibiydi ama bizi “detaylı bilgi için Yrd. Doç. Dr Aydemir Kale’ye gidin” diye yönlendirdiğinde bir umut aramıştık. Gittik “hocam her şey bitti diyebilir miyiz” dediğimde “hayır, yine de tedaviye cevap verebilir” demişti ki bir oyalamaymış meğer. Hastamız entübe yani boğazına sokulan hortumla nefes alır halde 2 gün daha Beyin ve Sinir Cerrahi Yoğunbakım Ünitesinde kalırken, artık bu hastaneden sağlıklı çıkamayacağımız ortada idi. İlginç olan Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilimdalı Başkanı Prof Dr KALAYCI tam fayda verecekken izine ayrılmıştı. Artık bizim hastaneden kaçmak dışında bir çaremiz kalmamıştı. Stres yaşadığımız o günlerde bir oraya bir buraya koşturuyor, doktorlardan bilgi almaya çalışıyorduk. Aynı zamanda Başhekim Yardımcısı olan doktor Aydemir Bey’den bilgi almak için Başhekimlikteki odasına girdiğimizde, sigarasını yakmış bir arkadaşı ile muhabbet ediyordu ki bizim odaya girişimizle sigarasını masasının altına almıştı. Evet biz de “burada daha fazla kalamayız” diye bir çok insandan, bir çok siyasiden, bir çok milletvekilinden YARDIM İSTEDİK. Bizim bu hastaneden alınıp, İstanbul-Ankara vb kentlerdeki diğer hastanelerden birinde tedavimizin sürmesini istedik. AMA OLMADI. KİMSENİN KİMSEYE FAYDASI DOKUNMUYORDU. Hele bir Milletvekilimize hiçbir telefonumuzda ulaşamadık. Kendilerinden bize fayda sağlaması için yardım istediğimiz bazı siyasiler, saat 17’deki cenazemize gelip, en önde fotoğraf çektirip, saat 18’de sosyal medyada paylaşma acelesini göstermişlerdi. Ama halk olarak bizim onlardan beklentimiz, İNSANIMIZIN YAŞATILMASINDA DAHA ACELE DAVRANILMASIYDI. AMA OLMADI.(VASİYETİMDİR Kİ bir gün Hakk vaki’ olup da terk-i dünya edersem, tabutumun altında-cenaze namazımın ÖN SAFINDA, üzerlerinde hakkım bulunanlar ve üzerimde hakkı bulunanlar OLSUN. Ve orada olanlar da fotoğraf çektirmeyle ve facebooka resim eklemeyle MEŞGUL OLMASIN.) ACİNETO BAKTERİ TEŞHİSİ KONDUĞUNDA BİZ ANKARA’DAYDIK:Baktık ki hastamızı kaybedeceğiz, bir umut bulma adına Ankara Özel Umut Hastanesine gittik. Elimizdeki epikrizlerle hastamızla ilgili bilgi verdik. Ama oradaki doktor, beni geldiğiniz hastanedeki doktor ile görüştürünüz dediğinde, telefonla Zonguldak’taki bir yakınımızı aradık. O da telefona servis doktorlarından Görkem Bey adındaki bir doktoru telefonumuza verdi. Ankara ve Zonguldak arasındaki doktor görüşmesi sırasında, biz de Zonguldak Araştırma Hastanesinde yeni konulan ACINETOBACTER isimli hastane enfeksiyonunu öğrenmiş olduk. (9 Eylül - sabah 9’da). Bu teşhise karşılık da 8 Eylül gecesi (omurilikten) COLİSTİN iğnesi vurulduğunu da öğrendik. Tam da bu saatlerde Zonguldak’tan Nakil işlemlerini gerçekleştirip, hastamızı Ankara’ya naklettirdik. Bu bakteri için İnternet üzerinden yaptığımız araştırmalar, umudumuzu kaybettirmişti. Bu bakteri; hastane ortamından ve yoğun bakımlarda üreyen bir bakteri imiş ve tek ilacı da Colistin imiş. Ama bakteri, bu iğnenin etki gücünden daha etkili imiş. SONUCU DA BU YÖNDE OLDU. HASTAMIZ ENFEKSİYONLU DİYE HİÇ BİR HASTANE KABUL ETMEDİ: 7-8 Eylül günü telefonla birçok hastaneyi doktoru aradık, durumumuzu anlattık, Zonguldak’tan nakil olmak istediğimizi belirttik. Ama olmadı. Sağlık Bakanlığının 184 telefonu ile görüştük yardım istedik, ama olmadı. Sağlık Bakanlığının Müsteşarı ile görüşen bir siyasi yardımcımız oldu, durumumuz iletildi, ama olmadı. Ankara GAZİ-HACETTEPE-ANKARA TIP, SİYAMİ ERSEK, ACIBADEM daha çok sayıda hastane ile iletişime geçtik, ama olmadı. Bir umut aradık, ama olmadı. Sonradan öğrendik ki “ENFEKSİYONLU HASTA, NEDEN KABUL EDİLSİN” mişş!! (Bizi kabul eden ve hastamızın ACINETOBACTER adlı -hastane kaynaklı- öldürücü enfeksiyonu olduğunu öğrendiğimiz (9 Eylül) Ankara UMUT HASTANESİne ve Koordinatörü Ali UZUN Ağabeye Zonguldaklılar adına teşekkürlerimi tekraren sunarım. *PEKİİ, “ACINETOBACTER ENFEKSİYONU” HASTASININ KAZANMASINA NEDEN OLAN HASTANE NE OLACAK!!! “ARAŞTIRMA HASTANESİ ENFEKSİYON YAYIYOR, ÖLDÜRÜYOR” İDDİALARI NE OLACAK?? BU DURUMA KİM “DUR” DİYECEK? Kamuoyunda bir araştırma yapılsa, bakın hemşehrilerimiz neler söyleyecek. Ne demiştik önceki yazımızda: İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN. Peki insanımızı yaşatamazsak ne olacak?? Sorumlu kim olacak.. Bunu da göreceğiz. Bekleyeceğiz. Velhâsıl; 37 yaşındaki hastamızı (kardeşimi) “hastaneden bir iki gün içinde taburcu edeceğiz” denilmesinden BİR-İKİ GÜN SONRA KAYBETTİK. (10 EYLÜL-22:45-Umut Hastanesi). Amentü’yü biliyoruz ve (KADER’e KAZA’ya) iman ediyoruz ama bir insanın ölümünde diğer insanların etkisi varsa, onu da ALLAH’A HAVALE EDİYORUZ.Hüvel Bâki - (Bâki olan ALLAH’tır).. SON OLARAK bir FATİHA’nızı İbrahim kardeşimiz için istirham ediyoruz. ALLAH’IM RAHMETİNLE MUAMELE EYLE. Selam ve dua ile.. 22.09.2017 DUAMIZ: Hazret-i Âişe (ra): "Dedim ki, ''Yâ Resulallah, Kadir Gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?’.. Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam: "Allahümme inneke afüvvün tuhibbü''l-afve, fa''fu anni. (Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni (bizi) de affeyle) dersin'' buyurdu". NOT: ŞU YAZILARA DA BAKINIZ: Eyüp Bektaş – Orada Bir Sıkıntı Var Öznur Güneş - BEÜ’de Acil Durum

22.09.2017 21:04:11
Bu yazı 4819 defa okunmuştur
Yazara ait tüm yazılar için tıklayınız
25.09. 09:18:29
oktay diyor ki;
allah rahmet eyleyin.mekanı cennet olsun inşallah.
25.09. 12:27:15
Bülent TEKE diyor ki;
Selamlar...
Ne zaman bir hastamız bu hastaneye girse artık dönüşün olmayacağını düşünüyoruz. Bize bu nedeni kim anlatacak. Uzman olmayan doktorlar ve eğitim gören öğrencilerin tedavilere müdahale etmeleri ne kadar doğru artık birileri buna dur demeleri gerekmiyor mu? Daha kaç can yakacaklar hastalarımızı kobay niyeti düşüncesi ile bunlar öğrencilere öğrenmeleri için başka yol bulmaları için neyi bekliyoruz.Ne zamana kadar sürecek bu işkence. Nerede bu yetkililer. Tabi konu başka hastane olsa idi bütün yetkililer orada olacaktı. Yeter artık bu hastane bizim canımızı yaktı ve bu olaydan önce yine yakıyordu. Artık yeter duyarsız kalmayın. Bu ülkede hak ve Hukuk var. Mutlaka bizi birileri duyacak.
Beddua etmek çok basit bir kelimeden ibaredir. Onları Allah'a havale ediyorum.
Kendilerinin canları yansalar o zaman anlayacaklar. Sözlerime Volkan konak'ın bir şarkısındaki sözleri ile son veriyorum.
"Doktorlar da ne bilir Ciğerin acisini, ciğerin acisini"
Allah'a emanet olun.
26.09. 21:18:17
Ahmet Özer diyor ki;
Hocam yeni öğrendim sizin kardeşiniz olduğunu başınız sağ olsun. Allah rahmet eylesin sabırlar dilerim.
|
|