(Hakimiyet Gazetesi'nin resmi internet sitesidir)

KAFASI KARIŞIKLAR VE ÇAT(IŞ)MA

Recep ÇETİN

Ereğli Hakimiyet’te UZUN MEHMET’i işlediğimiz “Çakılan Çakmacılar” başlıklı yazımıza Faruk Hikmet Doğancı adı(rumuzu)yla (ki adının gerçek mi takma mı çakma mı olduğunu bilmiyorum!!) şu yorumda bulunduğunu gördüm: “İyi hoşta herkes yanlış siz doğru öyle mi, Erol Çatma adlı Zonguldaklı yazar da size fena çakmış”. (Sevinmiş yaa). Bu yorum sayesinde Zonguldak’ta yaşayan Erol Çatma’nın şahsımızı hedef alan (Zonguldak’ta yayın yapan SUSMA’da -25.05.2016- yayınlanmış olan) yazısını aradık ve (geç de olsa) bulduk.

Yazının başlığı “ATMA RECEP DİN KARDEŞİYİZ” idi. Yazıyı okuyunca ilk tepkimiz “ALLAH ALLAAAHHH” oldu. İkinci tepkimiz “yazdığımız UZUN MEHMET kitabımızda yalanlar mı yazdık acaba” cümlesi ile oldu. Çünkü yazıdaki başlık “söylediklerin hep yalan, abartma ancak biz bunun farkındayız” anlamında kullanılan bir sözden-deyimden atılmıştı.

Erol Çatma “Recep Çetin, Gürdal Özçakır ile kalem kavgası mı desem, daha da ilerisi mi desem bilemem de, en uygun ifadesiyle kapışmışlar” diye yazmış ama “Gürdal Özçakır sağlamcıdır bildiğim kadarıyla. Mesnetsiz konuşmaz da yazmaz da” diyerek “bu kapışmada benim yerim “Uzun Mehmet efsanedir” tezinin destekçisi durumunda olan Özçakır’ın yanıdır demiş olmaktadır.

Yani Çatma, Özçakır’a ağalık-babalık rolünü benimsemiş gibidir. İfadelerinin devamında da “Recep Çetin burnundan kıl aldırmıyor” demektedir. Ben de o zaman diyorum ki “siz insanların burnundaki kıllarla neden meşgulsünüz ki”. Haa diyeceksiniz ki ‘ben bu sözü de deyim anlamıyla kullandım’.

Yani “kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin eleştirilmesine fırsat tanımamak, en küçük yergiye tahammül göstermemek” anlamında kullandım diye(bile)cektir. O zaman, ben de şunu sorarım. “Neden bu ifadeyi şahsıma yönelik olarak kullandınız”. Peki siz, Uzun Mehmet ile ilgili birkaç ifadenizi kitabımızda iktibas etmenin rahatsızlığını taşımış olmayasınız. Böylece siz de  aynı durumda kabul edilmez misiniz!?. Yani “Ereğlili Uzun Mehmet aleyhinde değerlendirilebilecek” ifadelerinizin iktibasından neden rahatsız oldunuz ki? Hem yazdıklarınız da ortada iken, şahsımızı “atma recep” şeklindeki “yalancı-palavracı” ithamına neden ma’ruz bırakıyorsunuz ki?.

Peki Çatma’nın kitabımıza aldığımız o ifadeleri nelerdir?.

1-: “kömürü ilk kez Uzun Mehmet olarak tanınan bir adam bulmuş, bir çuvalını da alarak başkente götürmüş ve ödüllendirilmiştir. Elimizde bu hikayeyi destekleyecek kanıt yoktur”.

 2-: “Zonguldak Havzasında taş kömürünün bulunması konusunda farklı görüşler vardır. Genellikle kömürün 1828’de Ereğli Kazasının Kestaneci Köyünde Bahriye erlerinden Uzun Mehmet tarafından bulunduğu..” “Bu görüş, ilk defa, Cumhuriyetin Onuncu Yılında Zonguldak isimli Halkevi yayını olan kitapta ileri sürülmüştür”.

 4-: “Uzun Mehmet’in ve kömürün bulunuş gerçeğinin bu kadar çok tartışılmasının diğer bir nedeni, kömürü Uzun Mehmet buldu veya Uzun Mehmet yoktur diyenlerin ciddi bir belgeyle bunu kanıtlayamamasından kaynaklanmaktadır”.

“Havzada kömürün bulunması, havza tarihi ve değişimi açısından çok önemli olmasına rağmen, (kömürün) KİMİN TARAFINDAN BULUNDUĞU bu kadar çok tartışma yaratacak kadar da ÖNEMLİ DEĞİLDİR” ifadesi de Çatma’ya aittir.

Erol Çatma’nın bir diğer ifadesi de şu: “yıllar sonra kendi yaptığım araştırmalarda ise, Uzun Mehmet’in VAR OLDUĞU SÖYLENEN ailesine, Cumhuriyetin onuncu yıl kutlamalarında yapılan yardımlarla ilgili belgelere ulaşma şansına sahip oldum”. Bu ifadesinden “gerçekte böyle bir aile olmaya-da-bilir” mesajı çıkabileceği gibi, “gerçekte olmayabilecek o aileye!” “yapılan YARDIM BELGELERİNE ULAŞTIM” mesajı da çıkmış olabilir. E böyle bir ailenin yaşamadığına ve yaşamadığını düşündüğünüz aileye ait yardım belgelerine ulaştığınızı belirtir durumda iseniz, şu şüpheyi de taşıyor olabilirsiniz: “gerçekte olmayan aile hakkında HAYALİ yardım belgeleri düzenlenmiş olabilir!”

Erol Çatma neden EREĞLİLİ UZUN MEHMET hakkında bunları yazmıştır diye soracak olanlara yine kendisinin “Zonguldak Taş Kömürü Havzası Tarihi” adlı kitabında yer alan şu ifadesiyle cevap vermeye çalışalım:  “.. şans Osmanlı İmparatorluğuna yardım edip taş kömürü damarlarının önce Amasra’da sonra da Ereğli’de fark edilmesine rağmen, onu işleyecek teknoloji ve iş gücü ile birlikte teknik eleman sorunu da ortaya çıkarmıştır”(sayfa-92). YANİ; KÖMÜR ÖNCE EREĞLİ’DE DEĞİL, AMASRA’DA BULUNDUYDU hissiyatının etkisi… Hem zaten Sayın Sakaoğlu da aynı iddialarla bu konudaki (ilk) kafa karışıklığına sebep olmuştu ya aynı misal..

 

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Çatma “R. Çetin ile G. Özçakır kapışmışlar” demiş. “Kapışma” yaklaşımını benimsemem, ama Sayın Özçakır ile fikir tartışmalarımızın iki önemli nedeninden ilki “EREĞLİ ORHAN GAZİ DÖNEMİNDE FETHEDİLDİ” diye yazmış olmam; diğeri de “UZUN MEHMET GERÇEK BİR KİŞİDİR VE EREĞLİLİDİR” diye yazmış olmamdır. Hala durum böyledir. Fakat adı belirtilen kitabının 95. sayfasındaki şu ifadesinden de anlaşılacağı üzere Erol Çatma, şahsımızın tezini desteklemektedir: “Orhan Gazi zamanında Safranbolu ve Yenice yörelerinin Osmanlıların eline geçtiği hatta EREĞLİ’NİN BİLE FETHEDİLDİĞİ kaynaklarda belirtilmektedir”…

 

KAFA KARIŞIKLIĞI:

Çatma “Uzun Mehmet’i ortaya atan üç adamdan ikisinin İttihat Terakki’nin elemanı olduğu belli. Meşrutiyet’in ve Cumhuriyetin kurulmasında çaba sarf eden bu adamların uyduruk bir senaryo ile ortaya çıkmaları düşünülemez. Olay senaryo da olsa! çok ince eleyip çok sık dokumuşlardır” “Sabah Gazetesi’ni de iyi bilirler. Onlar doğru söylüyorsa (öncelikle Sabah Gazetesi) Recep Çetin neyi ispat etmiş oluyor, anlaşılması zor. Sabah Gazetesi, -kömürü Uzun Mehmet buldu- diye yazıyor. O zaman Recep Çetin, Amerika’yı yeniden keşfetmiş olmuyor mu?” diye soruyor.. YANİ İSPAT EDİLECEK BİR ŞEY YOK, KÖMÜRÜN UZUN MEHMET TARAFINDAN BULUNDUĞUNU ZATEN 1903 YILI SABAH GAZETESİ YAZMIŞ DİYOR. E DOĞRU. O ZAMAN NEDEN HALA KAFANIZ KARIŞIK. YOKSA, “EFSANE SENARYOSUNU 1903’TE KURGULADILAR” MI DEMEK İSTİYORSUNUZ. BİR DE “RECEP ÇETİN NEYİ İSPAT ETMİŞ OLUYOR” Kİ DİYORSUNUZ FAKAT SONRASINDA DA sanki yalan-asparagas yazmışım gibi “Atma Recep Din Kardeşiyiz” diyor. Yani kafası çok karışmış gibi..

TEMETTUAT KAYITLARINDA UZUN MEHMET AİLESİ:

Çatma şunları yazıyor:

“Recep Çetin’in, Temettü Sayımlarını yeterli kullanıp kullanmadığı belli değildir. Uzun Mehmet’i ortaya atanlar, “Uzun Mehmet’in çocukları ve torunları bunlardır” dedikten sonra, Temettü sayımı ile neyi ispat etmeğe çalıştığını da anlamak zor”.  Çatma’nın, temettuat sayımlarını şüpheyle karşılayıp (belki de uydurduğumuz-yalan yazdığımız da düşünülmüştür!!) Kestaneci’nin temettuat (vergi) kayıtlarından hareketle araştırılan kişi ve ailenin detay bilgilerine ulaşma düşüncemizi anlayamadığını, ayrıca iğneleyici üslubunu da görüyoruz.

Tekrar ediyorum ki; 1830-40’lı yıllardaki nüfus-temettuat kayıtlarını işaret eden aile bilgileri ile bugünkü aile bilgileri uyum sağlamaktadır. Ve aynı uyum sağlayan ailenin de UZUN MEHMET ailesi diye çeşitli resmi yardımları aldığı da tespit edilmektedir.

Kaldı ki kafasını karışık olarak belirttiğimiz Çatma, zaten aynı yazısının giriş bölümünde şu ifadeyi de belirtiyor:

“UZUN MEHMET’İN YAŞADIĞINI İSPAT ETTİM”. E zaten bizim çabamızın sebebi de bu… UZUN MEHMET HAYALİ BİR KİŞİDİR-EFSANEDİR diyenlere rağmendir bizim çabalarımız.. Yani Uzun Mehmet adlı kişinin varlığının kabul edilmesi içindir; yayınladığımız 1830 nüfus ve 1845 temetttuat kayıtları.. Kitabımız..

 

TEBLİĞ-TEBELLÜĞ BELGESİ:

“Asker İşçiler” adlı kitabında Erol Çatma: “Yaygın olarak bilinen hikayeye göre, kömürü ilk kez Uzun Mehmet olarak tanınan bir adam bulmuş, bir çuvalını da alarak başkente götürmüş ve ödüllendirilmiştir. Elimizde bu hikayeyi destekleyecek kanıt yoktur” der. Yine Çatma “(R. Çetin) damgayı vurmuş. Uzun Mehmet’in kömürü bularak İstanbul’a götürdüğünü ispat etmiş sanki” şeklinde serzenişte bulunmuştur.

 

Ama 200 yıl önce, Ereğli’den İstanbul’a gidip de elindeki bir şeyi teslim eden bir köylünün, o yolculuğuna dair nasıl bir belge bulmak istediğini bil(e)miyorum. Yani günümüzde bile böyle bir durum yaşansa, gidilen yolculuğun belgesi bulunmak zorunda mıdır?. Herkes istediği yere gidip de belge bırakmak durumunda mıdır?. Kaldı ki 200 yıl öncenin sivil yaşamındaki insandan, geriye nasıl bir belge kalmalı ki?. (Ereğli-İstanbul arasındaki) 300 km yolu otomobil-otobüs gibi ulaşım araçları kullanmadan gitmek zorundaki insandan, yolculuk belgesi beklenebilir mi?. Diyelim ki bir köylü vatandaş İstanbul’a kadar gitti ve elindeki kömür numunesini ilgililere gösterdi-verdi, bu durumda tebliğ-tebellüğ belgesinin düzenlenmesi mi beklenmeli?.

 

SAKAOĞLU HER ŞEYİ ÇOK İYİ BİLMEK DURUMUNDA MIDIR?

Erol Çatma “Tartışmayı Necdet Sakaoğlu başlatmıştı. Şayet ‘Necdet Sakaoğlu’ bir karşı iddiada bulunduysa çok dikkatli yazmıştır” deyip ve devamında da “Bu konu Necdet Sakaoğlu’nun ‘Ben yanılmışım’ demesine veya kömürü gerçekten bulanı açıklamasına kadar tartışılmaya devam edecektir” diyerek “her şeyi SAKAOĞLU bilir” demeye getiriyor. Fakat bunun yanında “Necdet Sakaoğlu’nun da özellikle; Osmanlının, – buharlı gemiler için kömür aramasının-mantıksızlığından hareket etmesi kendine yakıştırılmayacak bir tespit” diye yazarak Sakaoğlu’nun da (güya) bir hatasını dile getiriyor. Demek ki Sakaoğlu da hatalı tespitte bulunabilirmiş!.

 

AYRICA, SAYIN SAKAOĞLU:

Kendisi ile yapılan bir görüşmede, yerel tarihçilik üzerine görüşlerini şu ifadelerle açıklamış:

“YEREL TARİHÇİLİK VE YERLİLİK:

"Yerel tarihler genel toplum tarihine temel oluşturmalıdır. Yerel tarihleri yazanların da yerellikle bağlantıları çok yönlü olmalıdır, oranın insanı olmalıdır veya oranın insanı olabilecek derecede orayla kaynaşmış olmalıdır. O yerle çok yönlü bağlantınız yoksa yerel tarihçi olmanız zordur. Divriğili olduğum için Divriği tarihine sıcaklık duydum ve orayla ilgili yaptığım çalışmalarda kolay kolay yanlışlığa düşmedim, çünkü her şeyi sorgulayabiliyordum. Örneğin Divriği''de İmam Bey diye tanınan adamı Başbakanlık Arşivi''nde Mir Hüseyin Bey olarak bulmakta güçlük çekmedim" diyor.

 

Biz de diyoruz ki; Uzun Mehmet’in Ereğli’nin bir köyünden olup olmadığı, köy civarında bulduğu bir şeyi devlet yetkililerine teslim etmesine dair yolculuğu, köy civarında değirmenin olup olmadığı, bu değirmene dağ içinden bir patika yol olup olmadığı vb bir çok sorunun cevabı da YEREL TARİHÇİNİN araştırma konusu olmalıdır. İşte burada Ereğli Tarih Derneği Başkanı Özçakır ile neden tartıştığımız da anlaşılabilir. Çünkü o Ereğli yerel tarihini ilgilendiren bu konuya dair araştırma içine girmemiş, Sakaoğlu vb diğer yazarların yazdıklarını doğru kabul etmiş ve Ereğli insanı ile tartışır duruma düşmüştür.

 

SAKAOĞLU’NUN YANLIŞ TESPİTLERİ VE TEŞHİSLERİMİZ: (Yukarıdaki açıklamasına rağmen) “Her şeyi bilir” durumuna düşürülen Sayın Sakaoğlu Hocamızın durumu, bize, “şeyh uçmaz, müritleri uçurur” sözünü anımsatmıştır. Sayın Sakaoğlu “Uzun Mehmet hayali bir kişidir” mealindeki makalesinde, tezini desteklemek için birçok “yan(ılan)lış” tezler ileri sürmüştür. UZUN MEHMET kitabımızda bu tespitlere dair cevap niteliğinde arşiv belgeleri sunmuştuk. Peki neydi bunlar:

 

1- Sayın Sakaoğlu Uzun Mehmet’i tanıtan öykü için “Bunlar hayali bir kişi için yazılıp dizilmiştir” “Uzun Mehmed’in kömür araması da münasebetsizliktir. Öyleyse, kömür kâşifi bir Uzun Mehmet de yoktur” diyen Sakaoğlu’nun bu tezine yönelik olarak; Ereğli’deki Uzun Mehmet ailesinin varlığını bir çok belge ile ortaya koymaya çalıştık. 1840 yılında da 2016 yılında da (kömürün keşfi nedeniyle resmi yardımlar alan) Uzun Mehmet ailesi Kestaneci Köyü 5  nolu hanede görülmektedir.

 

2- Sayın Sakaoğlu "devletçi ve milliyetçi" uydurmacılar; kömürü Uzun Mehmet adlı (Mehmetçik çağrışımı yapan)” bir kişiye buldurdular şeklinde ifade kullanıyor. Oysa; Uzun Mehmet adının Mehmetçik kavramından değil de yaşamış bir kişi adından geldiği aşikardır. Ve bu ad, Devletçi Milliyetçi uydurmacı diye tarif edilen kişilerin ortaya attığı bir ad değildir ki zaten 1903 Sabah’ta da, 1925 Meslek’te de bu ad zikredilmektedir.

 

3-Sayın Sakaoğlu, Uzun Mehmet’in bahriye askerliğinden terhisi için “Terhis olup köye dönmek söz konusu değildir” der. Oysa şu Osmanlı Arşiv belgelerinde “Tarih: Dosya No :  Gömlek No:10510 Fon Kodu:TS.MA.d  Bahriye askerlerinden terhis tezkiresi alacak neferlerden..”  “Tarih:29/Z/1238(Hicrî) (6.9.1823) Dosya No:930 Gömlek No:40324 Fon Kodu:HAT” bahriye askerinin terhis edilmesinden bahsedilir.

 

4- Sayın Sakaoğlu başka bir kişiye de şöylece atıfta bulunarak, o yıllarda deniz subayı olmadığını belirtir: “(-Uzun Mehmet''in terhis edildiği (!) yıllarda-) Amiral Sir Adolphus Slade''in gözlemlerine göre Osmanlı Donanması''nda ne deniz eri ne de deniz subayı mevcuttu”. Oysa şu Osmanlı Arşiv Belgesinden bu bilginin yanlış olduğu çıkar: “Tarih: 29/Z/1249(Hicrî) (9.5.1834) Dosya No:121 Gömlek No:5870 Fon Kodu: C..BH.. Bahriyede mevcut YÜZBAŞI, mülazım ve Asakir-i Mansure-i Bahriye ile kaptan ve süvarilerin ve sairenin maaşları mikdarını ve gemilerin kadrolarını havi defter-a.g.tt”. Yine şu arşiv belgesinde de o yıllarda deniz neferi-eri olduğu görülmektedir: “Tarih: 28/S /1252 (Hicrî) Dosya No:79  Gömlek No:3771 Fon Kodu: C..BH.. Donanma gemilerindeki Bahriye zabitan ve NEFERATININ elbise bedellerinin verilmesi”..

 

5-Sayın Sakaoğlu “1820''li yıllarda II. Mahmud''u ve hükümeti kömür kaygısına düşürtecek hiçbir neden yoktur” “..henüz hiçbir devletin donanmasında buharlılar yer almış değildi” der. Ayrıca “Sultan, "buharlı" yeniliğini -ki, o vakit henüz fantezi idi- denemekten de geri kalmadı” diye de yazar. Yani alınan buharlı geminin donanmaya değil de fantezi amaçlı alındığını yazar. Peki fantezi-gezi (yani donanmaya değil) niyetli de olsa alınan bu buharlı geminin çalışması için KÖMÜR gerekli görül(e)mez miydi?

 

6- Sayın Sakaoğlu “Havzanın batı sınırının dışında kalan Ereğli kasabasının kömürle ilgisi ise idari ve ticari açıdan söz konusu olagelmiştir. Dahası, Kestaneci köyü ve Köseağzı denen yerler de kömür damarlarından yoksundur” diye yazar. Oysa bir çok kaynakta kömürün Köseağzı civarında bulunduğu belirtilmektedir. Hatta Sakaoğlu aşağıdaki maddede, bu konuda bir belge bile sunar.

 

7-Sayın Sakaoğlu “Maden kömürünün bulunuşu ve işletilmesiyle ilgili en eski belge ise "2 Receb 1259" (28.7.1843) tarihlidir” der. Oysa UZUN MEHMET adlı kitabımızda da paylaştığımız başka bir belge de şudur: “Tarih:12/Muh/1257(Hicrî) (6 Mart 1841) Dosya No:3 Gömlek No :102 Fon Kodu:C..İKTS -Ereğli ve Kozlu kömür madenlerine dair olup tetkik edilen evrak münderecatına ve ifadelerine müracaat edilen eşhasın beyanatına nazaran mezkur madenlerin işletilmesini istemedikleri..” Yine ayrıca UZUN MEHMET adlı kitabımızda 1840 yılına ait Ceride-i Havadis Gazetesinde yer alan başka bir bilgiyi de paylaştık. 1840 tarihli Ceride-i Havadis’te şu bilgi bulunmaktadır: “YUKARI KARADENİZ SEVAHİLİNDE (sahilinde) EREĞLİ’YE GARİB (yakın), bir KÖMÜR MADENİ bulunmakla..”

Yani, kömürün bulunduğundan-işletildiğinden bahsedilen “ilk belge” Sakaoğlu’nun belirttiği 1843 tarihli belge değil diye kitabımızda (belgelerle) belirttik.

 

8- Sayın Sakaoğlu, “1829’da Uzun Mehmet’in kömür bulması diye bir şey olmadığını şuradan da anlayabiliriz. O sırada Osmanlı Devleti’nin bir donanması yok, çünkü hepsi Navarin’de yanmış. Yanan gemilerin hepsi de kalyon tipi yelkenliler. Aralarında buhar motorlu tek bir gemi yok” diye yazıyor. Navarin Savaşına kadar buharlı gemisi olmayan Osmanlı’nın şu arşiv belgesine göre 1829’da buharlı gemi satın alındığı belirtiliyor: Tarih:29/Z/1244(Hicrî)(2-Temmuz-1829) Dosya No:1178 Gömlek No:46521 Fon Kodu :HAT-İngiltereli tüccar Bolak''dan satın alınacak buharlı sefine ve bu sefinenin bedeli. a.g.y.tt”..

 

9- Sayın Sakaoğlu “Kdz Ereğlisi’nin Kestaneci köyünden kalkıp Köseağzı değirmenine (Bu iki yer arasında yol yoktur!)” diye yazmaktadır. Oysa bu duruma tepki gösteren köylüler: “Kestaneci-Balı-Köseağzı gibi köyler birbirine yakın köyler. Aralarında diyalog olan köyler. Kestaneci bir tepe üzerindedir. Eskiden, Köseağzı-Balı Köyü üzerinden Kestaneci’ye doğru, insanların yürüyerek gittiği, dağ eteklerinden yukarıya doğru çıkılan tali bir yol vardı. Bu yolu günümüzdeki 60-70 yaşın üstündeki birçok insanımız da bilir.” .. “İşte bu tali yol üzerinden (o günlerde yaşayan insanlarımız) Kestaneci’den Köseağzı’ndaki değirmene zahirelerini (buğday-mısır vb) getirirler, değirmende öğütüp köylerine götürürlerdi. Sebebi de bu değirmenin öğüttüğü zahirenin daha iyi olduğunu düşünmeleri idi. Çünkü bu değirmenin suyu, merkezdeki değirmene göre daha fazla idi, debisi-gücü daha fazla idi. Bu durum da zahireden daha güzel ürün alınmasını sağlıyordu. Hem ilçedeki değirmen, şehir merkezinde olduğu için, verilen zahire (daha fazla sıra olduğu için) değirmenden daha geç alınıyordu.”

Kestaneci’den olan ve 110 yaşında iken vefat eden Çanakkale Gazisi (1884-1994) Hüseyin Kaçmaz’ın oğlu Turgut Kaçmaz ile yaptığımız bir görüşmede “bu değirmene ben 10 yaşlarımdayken (1945-46) babam ile o dağ yolu üzerinden at sırtında gittiğimizi hatırlıyorum” dedi.

10- Sayın Sakaoğlu “Olayın, tam 103 yıllık bir unutuluştan sonra 1932’de hatırlanması ve bu olayın yeri, tarihi, ayrıntıları, kişileri ile hiç güçlük çekilmeden tespit edilmesi, bizdeki tarih düzme kolaycılığının en çarpıcı örneklerindendir. Bu tespitte herhangi bir belge kullanılmamış, yer ve yöre incelemesine gerek duyulmamıştır” şeklinde güzel bir tespitte bulunmuştur. İşte asıl sorun bu. Yani bu hikayeyi kamuoyuna ilk defa paylaşanlar, hikayenin her tarafı ile ilgili bilgi ve belge eksikliklerini hissettirmişlerdir. (Sanki kendilerinin her şeyi tespit etmelerini, yeterli bulmuşlar gibidir). AMA BU DURUMDA BİLE, TARİHÇİLERİN BU HİKAYEYİ EFSANE-SENARYO DİYE TAKDİM ETMELERİ  ANLAŞILABİLİR DEĞİLDİR.

 

11- Sayın Sakaoğlu Halkevi temsilcilerine yönelik olarak “Uzun Mehmed’in 8 Kasım 1829 günü (Bu tarihin net bir şekilde belirlenmesi son derece düşündürücüdür)” .. “..aslında hiçbir şey söylemeyen kalabalık cümleler kullanarak dayanaksız bir uydurmayı, okuyanların saflıklarından cesaret alarak yutturmaya çalıştıklarını âdetâ ilân etmişlerdir” diye yazmıştır Bu durumda o temsilcilerden A. Naim Çıladır’ın bu hikayenin ortaya konuluşu ile ilgili şu ifadelerine başvurabiliriz: “Komisyonun en genci ben olduğum için tüm saha çalışmalarını da ben yapmıştım. Elimizde, çalışmanın tarihi çerçevesini çizen önemli bir materyal vardı. II. Mahmut, kömürün aranmasını 1822’de ferman buyurmuştu. Kömüre ilk kazma ise 1.Mecid’in fermanıyla 1848’de vurulmuştu. Yani biz, belirli bir dönem içinde, 1822 tarihli padişah fermanı ile 1932 yılı arasındaki 110 yıllık bir dönem içinde sorunu çözecektik. Ayrıca mekan da belliydi. 84 yıl, bir-iki kuşaklık bir zaman dilimi! Araştırmaya ilk ocakların açıldığı Ereğli’den başladım. Neyren üzerinden Kestaneci köyüne, Uzun Mehmet’in ailesine ulaşmam zor olmadı. Zaten kömürün ilk kez bulunuşu “tevatürü” hala o civarda yaşıyordu. Uzun Mehmet’in II.Mahmut döneminde ithal edilen ilk buharlı savaş gemilerinin birinde bahriye askeri olması, öykünün yerine oturmasını kolaylaştırmıştı. Gerçi Bolu Salname’sinde kömürün bulunuş tarihi 1822 olarak belirleniyordu; ama, padişah fermanının çıktığı tarih, bulunuş tarihi olarak saptanmıştı herhalde. Bence yanlıştı. 1829 tarihini çeşitli bilgi ve varsayımları toplayıp eleyerek kararlaştırdık. 8 Kasım’ı ise, kömürün sosyal yaşama en somut şekliyle girdiği bir ay olması nedeniyle uygun gördük. O tarihlerde Fransız Şirketi, Sen Barb (Sainte Barbe) ismindeki ‘madencilik azizi’ adına Zonguldak’ta bir yortu kutluyordu. Uzun Mehmet Kömür Bayramı’nı o yortuya karşı bir milli gün olarak ortaya çıkarttık.”

 

Ne demişti Erol Çatma “Tartışmayı Necdet Sakaoğlu başlatmıştı. Şayet ‘Necdet Sakaoğlu’ bir karşı iddiada bulunduysa çok dikkatli yazmıştır” deyip ve devamında da “Bu konu Necdet Sakaoğlu’nun ‘Ben yanılmışım’ demesine veya kömürü gerçekten bulanı açıklamasına kadar tartışılmaya devam edecektir”. PEKİ YUKARIDA SUNDUĞUMUZ OSMANLI ARŞİV BELGELERİ NE DEDİ?..

***

Yukarıda belirttiğimiz gibi UZUN MEHMET adlı kitabımızda, iddialara yönelik olarak BİRÇOK OSMANLICA BELGEYİ paylaştık. Fakat buna rağmen Erol Çatma’nın şu ifadesi de manidardır:

“Yazdıklarının çoğu sözlü tarih, çoğu da sadece iddialarla doldurulmuş bir kitap”.. Ne diyeyim ki…

Erol Çatma “Yıllardan beri uğraşıyorum”, “Benim arşivimde birçok ‘Uzun Mehmet’ belgesi olmasına rağmen ben, Recep Çetin kadar iddialı konuşmuyorum” diye yazmış.. Biz elimizdeki mevcut belgeleri değerlendirerek kitabımıza koyduk. Peki siz, elinizde olduğunu belirttiğiniz (ki nereden temin ettiğinizi belirtmediğiniz) ilgili belgeleri ve kaynaklarını  da paylaşmış olsaydınız keşke.. Böylece o belgelerinizden, toplumumuz da ilim-araştırma dünyasındaki kişiler de istifade etmiş olurdu…

 

UZUN MEHMET VE AİLESİNİ YOK SAYMAK:

Çatma şahsımız aleyhinde “..tarihçilik ahlakına hiç yakışmayan ifadeler de var” diye yazmış. Bu ifadeyi reddederim. Fakat şunu sormadan da edemem: “tarihçilik ahlakı, tarihte yaşamış bir kişiyi ve anısını yok saymak mı, o kişinin günümüzde Ereğli’de yaşayan ailesini ve yakınlarını yok saymak mı?..” Türkiye Cumhuriyeti Devletinin (kendisini ve anısını) her yıl törenlerle andığı kişiyi yok saymak mı tarihçilik ahlakı. O anıyı “efsane-senaryo” mu kabul etmek, tarihçilik ahlakı?. 

“Tarihi reddedenin tarihi olmaz”. ZONGULDAK’ta Uzun Mehmet’i “efsane” olarak kabul eden çok sayıda araştırmacı var ve ilginç olan da bunların, Zonguldak’ı “kömürün ve emeğin kenti” olarak kabul edip de Kömür Havzasının ilk temelini atmak gibi hüviyeti bulunan UZUN MEHMET’i yok saydıklarını üzülerek görüyoruz. Neyse.. Zaten “deniz bitti”, emek kenti olan Zonguldak (özelleştirme teşebbüsleri nedeniyle) bu günlerde (tekrar) eylem kentine dönüştü.  Yani Zonguldak; Uzun Mehmet’e de emeğe de kömüre de daha bir sarılır oldu. 21 Haziran 2016’da Uzun Mehmet’in Kömürü Buluşunun 187. yılı ile beraber Zonguldak’ın Kurtuluş Günü kutlandı. (Bu birleştirilmiş gün kutlamasını da bir türlü anla(ya)madım. O zaman 8 Kasım niye ki?. Ama, 8 Kasım-21 Haziran gibi günlere rağmen, Zonguldak’tan ‘UZUN MEHMET aleyhine olan karalama kampanyalarına’ (ciddi) hiçbir ses-sada duyulmuyor olması, mânidardır)

TMMOB Maden Mühendisleri Odası Başkanı Erdoğan Kaymakçı yaptığı konuşmada: “Uzun Mehmet’in ateşlediği kömür meşalesi sönmek üzeredir” dedi ki bu konuşmanın tam metnini yine Susma Gazetesi yayınlamıştır. Burada dikkatimizi çeken şey; Susma Gazetesinin de Uzun Mehmet noktasında kafasının karışık görünmesi durumudur. Erol Çatma’nın, “UZUN MEHMET ve kitabımız aleyhinde olan” ilgili yazısını (Susma’dan sonra) sosyal medya üzerinden de paylaşan Bahaddin Arı Bey’in bu konuda benimsediği tavrını-tutumunu bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: UZUN MEHMET ZONGULDAK’TIR, ZONGULDAK DA UZUN MEHMET.. Kim ne derse desin..

PUSULA’YA PROGRAM EMRİVAKİSİ:

Çatma ilgili yazısında “Asıl görev Pusula TV’ye düşüyor. Recep Çetin’le Gürdal Özçakır’ı bir araya getirmeliler.  Şayet Recep Çetin, ‘Gürdal Özçakır bana hafif gelir, TV Yayınında Erol Çatma’da olsun’ derse kendisi bilir” (hıı) şeklinde ifadeler de kaleme alıyor. Sayın Özçakır ile şahsımın, TV programında UZUN MEHMET’i tartışmaya zorluyor. Özçakır’ı, Ereğli Tarih Doğa Derneği Başkanı olarak Ereğlililerin gözünün içine baka baka “Uzun Mehmet efsanedir, böyle biri yaşamamıştır” demeye davet ediyor. Fakat Özçakır’ın bu duruma düşmesine ben de fırsat vermek istemem. Çünkü, “Ereğlili bir tarihi değer olan Uzun Mehmet’in, Ereğlililerce TV’de tartışmaya açılmasını, art niyetli bir istek olarak görürü(z)m. Zaten Kadir Tuncer ağabey ile de ilgili programı isteyen ben değildim, yayıncı Atilla Bey idi. Benim talebim, yaptığım araştırmaları ve yeni belgeleri kamuoyuyla paylaşmaktı ama yayıncının talebi sonrasında Kadir Ağabey ile güzel bir üslup içinde program yapmış olduk. Çatma’nın ilgili yazısının tekrar incelendiğinde görülecektir ki o kadar kafa karışıklığının üslubu içinde kendisiyle yapılacak TV programı, sadece ÇAT(IŞ)MA niyetlidir diye düşünürüm. Bu çatışmanın da UZUN MEHMET’e ve EREĞLİ’ye katkısı olmayacaktır. Kaldı ki ATMA RECEP DİN KARDEŞİYİZ başlıklı yazısının tahrik ve tahkir edici üslubu ortadayken..

 

SONSÖZ:

UZUN MEHMET’E VEFASIZLIK.. SADECE DÜNÜN-BUGÜNÜN KADERİ DEĞİL..  VEFASIZLIK, UZUN MEHMET’İN VE DE ZONGULDAK’IN KADERİ İMİŞ.. AMA VEFASIZLIĞIN VEBALİNİ, VEFASIZLAR DA ELBET YAŞAR.

İlgililere ve Kamuoyuna Saygılarımla. R.Ç -12 TEMMUZ 2016



13.07.2016 11:49:12

Bu yazı 2754 defa okunmuştur

Yazara ait tüm yazılar için tıklayınız

Facebook'ta Paylaş

YORUMLAR (1)
YORUM EKLE
Adınız


(1000 / )

13.07. 22:31:45
Madenci diyor ki;

Hakimiyet gazetesi haberlerine bakarken tesadüfen yazınızı gördüm ve deyim yerindeyse bir solukta okudum. Sizi tebrik ederim Recep bey. Çok güzel bir yazı olmuş. Belgelerle kuvvetlendirmişsiniz. Üslubunuzda mükemmel, naif bir üslup. Erol Çatma kendini gündeme taşımak için saldırgan ve küçümseyici ve hoş olmayan bir üslup takınmış. Bu her zamanki tavrı.. Tarihsel olaylara bile Kafataşcı zihniyetle yaklaşan ve yazan Erol çatmadan başka bir şey beklenmezdi. Siz böyle insanlarla gereksiz tartışmalara girmeden belgelerle sunduğunuz çalışmalarınıza devem etmelisiniz. Başarılar dilerim.


Şu anda 10 kişi online
Toplam ziyaret : 76.001.327

Başlangıç Tarihi Bitiş Tarihi

Fikri KAPAN { KÖŞEMDEN }
SEÇİMİ KİM KAZANIR?


Devamını oku »

21.03.2024 16:52:50 tarihinde yazıldı
790 kez okundu

SAFRA KANAL TAŞLARINDA CERRAHİ DIŞI TEDAVİ YÖNTEMİ


Devamını oku »

14.03.2024 09:54:08 tarihinde yazıldı
302 kez okundu


(ESPRİYLE) KAREDEN YANSIYAN

ÇABALARINI GÖRÜYORUM


TUĞBA ARSLAN TAMİRCİ { KALEMİMDEN }
DİDEROT ETKİSİ


Devamını oku »

28.11.2023 12:54:26 tarihinde yazıldı
1423 kez okundu

Recep ÇETİN { TARİHTEN... }
DENİZ KIZI BİZİM ''KIZIMIZ'' DEĞİL!


Devamını oku »

21.11.2023 16:02:33 tarihinde yazıldı
554 kez okundu


Bu site en iyi IE5+ tarayıcı ve 1024 x 768 çözünürlükte izlenir.
Tüm Hakları Saklıdır
© 2006 EregliHakimiyet.Com - EregliHakimiyet.Net

Tasarım & Programlama RSNet tarafından yapılmıştır

Ereğli Haberleri